"Beyaz" III. Bölüm


Öykünün birinci bölümü burada ve ikinci bölümü de şurada. Bunu okumadan önce ilk iki bölümünü okumanızı tavsiye ederim. Önder Vakfı'nın 2017 yılında düzenlediği öykü yarışmasında ikincilik ödülü alan öykünün üçüncü ve son bölümünü de arşiv için ekliyorum. Umarım beğenirsiniz.



BEYAZ

III. BÖLÜM

    Başarılı bir ameliyattı. Kendime geldiğimde Zehra’nın sesi doldurdu kulaklarımı. “İyisin, değil mi?” diye fısıldamıştı omzuma eğilerek. Nefesini omzumda hissettiğim anda refleks olarak gözlerimi açmak istedim. Açamadım.

Ameliyatın gerçekten başarılı geçtiğini yarı yarıya anladım. Tam olarak anlayabilmem için kardeşimin de sesini duymam gerekiyordu. Zehra’nın omzuna tutundum ve martı sesleri eşliğinde asfaltta yürümeye başladık.

“Seni ona getirdim,” dedi duymak istediğim müjdeyi tekrar kulaklarıma fısıldayarak. Gözlüğümü olmayan gözlerime sabitledim. Daha yavaş adım atıyordum artık, daha yavaş ama kararlı.

Bir de âmâ insanların hep karanlığı gördüğünü söylerler. Benim gördüğüm, koca bir beyazlıktan ibaretti. Sanırım düşlerimi görüyordum. Bir zamanlar, Yusuf Sami de öyle görüyordu. Bu yüzden hep gülümsüyordu.

Haklıymışım. Tıpkı onun gibi masumdu beyaz.

Çakıl taşlarını ayaklarımın altında hissettiğimde durduk. Ilık bir esintinin suratıma değip geçtiğini hissettim. Açık hava tenimi yalarken, nerede olduğumu sorgulamadım. Zehra’ya güvenim tamdı. Artık sormamam gerektiğini biliyordum ama yine de sözlerimin dudaklarımdan uçup gitmesine engel olamadım.

“Bilmiyorlar, değil mi?”

“Kaç kere söyledim sana,” diye çıkıştı huzursuzca. “Evi arayıp bizde kaldığını söylemiştim. Hem sen de evden ayrılırken onlara söylemiştin. Ne çabuk unuttun?”

“Ne çabuk unuttum!” diye tekrar ettim.

“Ama bir şekilde öğrenecekler ya da öğrendiler.”

“Neyi ima ediyorsun?”

“Şimdi anlarsın.”

Bir park alanına geldiğimizi söyledi. Banka oturduk. Önce benim oturmama yardım etti ve ellerimi yakaladı. Tıpkı günler öncesine kadar Yusuf Sami’ye yardım ettiğim gibi, o da bana yardım etti.

“Az ötemizdeler,” diye fısıldadı kulağıma. 

“Burada olduğumu bilmiyorlar, değil mi?”

“Yahu, kaç kere söyleyeceğim?” diye fısıldadı yine. Lakin ben o ses tonunda bir muziplik seziyordum. İçim kıpır kıpır ediyordu, artık göremediğim için daha da huzursuzdum. Takip edildiğimi düşünüyordum hâlâ. Acaba Yusuf Sami de mi hep öyle düşünmüştü?

“Keşke onun görebildiği âna tanıklık edebilseydim.”

Bir burun çekme sesi duyuldu. Zehra’nın duygulandığını fark ettim. Ne demek istediğimi anlamıştı. “Yine de… Onlar karşında işte. Seni göremiyorlar merak etme. Ama ben senin görmeni sağlayacağım.”

Başını omzuna yasladım. Kucağında bir çanta olduğunu fark ettim anında. Kafamı yavaşça kaldırdığımda ciddi bir öksürük sesiyle başka bir konuya girmek için hazırlandı. Çantasının fermuar sesini duydum.

Elime tutuşturduğu şey benim eskiz defterimdi.

“Bunu sana bile söylememiştim,” dedim. “Nereden biliyorsun?”

“Vay be! Defterinle artık nasıl sırdaş olmuşsan, tek dokunuşla tanıyıverdin onu. Kıskandım valla.”

“Konu bu değil biliyorsun.”

“Her neyse, tamam. Sen nasıl öğrendiğimi sorma şimdi. Açılmış sayfanın hangisi olduğunu tahmin et sadece.”

Parmaklarımı sayfanın üzerinde gezdirdim. Ancak bu hareketin çizimi bulmama yardım etmeyeceği aşikârdı. Yine de tahmin etmekte gecikmemiştim.

 “Onun resmi.”

“Evet,” dedi. “Kardeşinle aynı ismi taşıyan o çocuk. Ve nasıl bir hayal gücü-”

“Onu ilk başlarda gerçek sandığımı biliyorsun.”

“Ama yakışıklıymış.”

Güldük. Aynı anda kardeşim Yusuf Sami’nin sesi kulaklarımı doldurdu. O da gülüyordu, babamızla birlikte.

Sol yanımda ani bir fısıltı hissettim.

“Her şeyin planlanmış olduğunu anlamamam için bana bir neden göster.”

Ses Yusuf’a aitti. “Yine mi sen?” diye çıkışacak oldum, ama son anda bu kararımdan vazgeçtim. Sonuçta büyük bir hayal kırıklığından ibaretti. O beni görebilse bile, kimse onu göremiyordu. Ben onun varlığından ibaret olsam da, o aslında hiç var olmamıştı.

Ağzımı açmayacağımı, tek kelime dahi etmeyeceğimi anlamış olmalıydı. Ancak yine de, “Şişt!” dedi hızla beni susturmaya çalışıyormuş gibi. “Ne konuştuklarını anlamaya çalışıyorum.”

“Sen de mi?” diyecek oldum ama yine zorladım kendimi. Ağzımı açmamalıydım.

“Artık beni göremiyorsun,” dedi. “Ne acı! Ama üzülme ben seni görebiliyorum. Artık bana inanmasan da seni görebiliyorum.”

Hastaneden önceki olasılık fikirlerimden bir başkası beynimi meşgul ettiğinde, “Neden huzursuzsun?” diyen Zehra’nın sesiyle kendime geldim.

“Hiç!” dedim ve pek de uzakta olmayan babamın sesine kilitlendim. Kardeşimi ‘Yusuf’ diye çağırıyordu. Yusuf Sami, “Hani benim adım Sami’ydi!” diyordu ona. “A! Ne çabuk unuttun!” diye karşılık veriyordu babam. “Senin ilk adın Yusuf’tu oğlum! Hani ablan Şeyma koymuştu bu adı sana.”

“Onu çok özledim,” diyordu Yusuf Sami. “Keşke o da yanımızda olsaydı.”

Biraz daha cılız geliyordu karşılık veren ses. “Bilmiyor musun oğlum? O yanımızda zaten. Gözlerinde yaşıyor.”

Başımı yine Zehra’nın omzuna yaslıyorum. “Eğer gözlerim olsaydı, şimdiye çoktan ağlardım,” diyorum. Zehra sesini çıkarmıyor.

Ellerimi kaldırıyor ve göremediğim bulutları seyrediyorum. Kocaman bir beyazlığın ortasındayım. Ellerim düşüyor, eskiz defterim yere çakılıyor. Kardeşimin doğumuna sevindiğim gerçek sebebi hatırlıyorum. Bir sancı var kalbimdeBaşımı tutamıyorum. Son duyduğum şey, Zehra’nın çığlıkları.

Olasılığım gerçekleşiyor. 

Ve kendi ölümümü izliyorum.


-SON-

0 Yorumlar

Bir Yorum Yazın

Yorum Gönder

Bir Yorum Yazın

Bir Yorum Yaz (0)

Daha yeni Daha eski