Shingeki no Kyojin Felsefesi Üzerine | Döngüsel Bir Hayat Mücadelesi

 


Sevdiklerini mi kurtarırdın, yoksa insanlığı mı? Sevdiklerini kurtarmak uğruna insanlığı feda eder miydin? Öncelikle uyarayım: Bu yazım Attack on Titan'la ilgili fazlaca spoiler içerecek. Sürpriz bozanlarla karşılaşmak istemiyorsanız öncelikle anime diziyi izleyin, fakat bu dipsiz bir kuyu. Çalışırken izlemek istemezsiniz. O kadar katmanlı ki... Kesinlikle çerezlik değil. Tatil günlerinizi tercih etmenizi öneririm.



Serinin Adı: Shingeki no Kyojin

Attack on Titan'ın orijinal ismi Shingeki no Kyojin "Devlere Saldırı" olarak çevrilse de Saldırı Devi (aynı zamanda ilerleme ve hücum) anlamına geliyor ki bu da protagonistin süper gücü, sahip olduğu devin özelliği bu. Saldırı Devinin nasıl bir gücü var ki serinin adı olarak seçilmiş derseniz, ilerleyen sezonlarda bu da açıklığa kavuşuyor. Saldırı Devi cüssesinin yanı sıra zamansal döngülerde ilerleyip anıları değiştirebiliyor, geçmişi bile manipüle edebiliyor. Onu zamansal döngülere sokan bu -bir çeşit- lanetle baş edebilmeli ve arkadaşları için en uygun sonu bulmalı. Onun için büyük bir yük. Fakat ben iyisi mi daha da gerilerden başlayayım anlatmaya... 



Serinin Arka Planı: Ana Hikâye

Gerek müzikleriyle gerek inanılmaz derecede uğraşılmış savaş sahneleriyle müthiş bir seri olan Attack on Titan, foreshadowing dolu muazzam bir sanat eseri. Çok katmanlı bir çerçeve hikâye sunuyor bizlere. Ama günümüzü anlayabilmemiz için buradan çok daha öncesine, 2000 yıl geriye gitmemiz gerekiyor. Ana hikâyede Ymir adlı bir kız var. Ki bu isim Viking mitolojisine bir gönderme. Evet, en büyük eserler hep mi mitolojiden beslenir? Ymir şöyle anlatılıyor:


Ymir (Eski İskandinav Ymir , "Çığlık Atan" ), hermafrodit bir devdir ve İskandinav yaratılış mitinde var olan ilk yaratıktır. İlk dev olarak, diğer tüm devlerin atasıdır ve neredeyse tüm tanrılar kısmen devlerden geldiği için, onların da atasıdır.


Yukarıdaki bilgiye ilerleyen bölümlerde -son sezon olması lazım- eklenen bir karakter ağzıyla da gönderme yapılmış. Onyankopon adlı kara derili bir karaktere neden karaderili olduğu sorulduğunda "Tanrı böyle yaratmayı tercih etmiş," diyor. "Farklı farklı insanlarla dünyaya çeşitlilik kazandırmış." Tanrı kelimesi üzerine düşünen diğerleri, "Bizi kim yarattı?" diye soruyorlar. Bunu öncesinde mi sonrasında mı sorduklarını hatırlamıyorum ama mitolojik bir Ymir göndermesi olduğu kesin. Fakat biz ana hikâyemizdeki Ymir adlı kıza geri dönelim:


Ymir, yaşadığı dönemdeki insanlık zulmünden kaçarken dev bir ağacın kovuğuna rastlıyor. (Ağaç, mitolojilerde önemli bir ögedir. Çoğu zaman türeyişi ve her şeyin başlangıcını simgeler.)



Bu kovuktan girdiği anda yerin yedi kat dibine sürüklenirken buluyor kendini. Yedi kat göndermesini ben yaptım tabii yerin dibini boylaması aslında ilk günaha bir gönderme yapar gibi. Bir yığın günahtan kaçıp da elinde olmadan devasa bir günahın içine dalıyor. Ymir burada tenyaya benzeyen bir yaratıkla karşılaşmadan önce yine dört temel maddenin belki de en çok hayatı simgeleyenine düşüyor. Suya. Derin bir gölün ya da bir denizin içinde buluyor kendisini.



Suda yaşayan ve büyük devasa bir tenyayı andıran bu omurilik canavar ilk günahı temsil eder nitelikte. İnsanlığın ilk günahı neydi? Tabii ki ilk günah demek doğru olmaz ama bu tenyamsı yaratık bir nevi şeytanı temsil ediyor. Şeytansı bir güç. Ymir'e dev olma gücünü veren bir yaratık. İlk dememdeki sebep olayların devir daim etmesinden... Bitmeyen bir kan davası. Aslında sonsuz bir ilk bu. İlkler hiç bitmeyecek.


Bu tenyanın gücüyle birleştiğinde deve dönüşen Ymir krallığın kölesi haline geliyor. Gücü çocuklarına ve torunlarına aktarılıyor ve böylelikle günah hiç bitmiyor. Aksine öldürme, kıyım, vahşet katlanarak çoğalıyor. Eldia ırkına sahip olan kral Marley'lere savaş üstüne savaş açıyor ve kızlarının sahip olduğu dev güçleriyle Marley'leri yeniyor. 2000 yıl küsur devam eden bir savaş.



Hatalarından Ders Almayan İnsanlık: Tekerrür Eden Yanlışlar

Dünya hep güçlünün zayıfı ezmesiyle bugünlere geldi. Dikotomi mitolojinin ana merkezinde hep vardı. Ama anime bunu tek bir insanın içinde de eritmeyi ve her karakteri grileştirmeyi en başından beri başardı. Yine de bizler görüyoruz ki insanlık hatalarından hiçbir zaman ders almadı. Irkçılık animenin asıl vurguladığı kötülüktü belki de. İnsanlığın dramı. Trajikomik ama maalesef gerçek. Irkçılığın ve sonu gelmeyen insanlık(!) savaşlarının merkezinde iki karakter göze çarpıyor. Farklı annelere sahip iki kardeş: Zeke ve Eren.

Zeke ırkçılığın sona ermesi için bütün bir ırkın ortadan kalkması gerektiğini savunarak ötenazi planı yapıyor. Bütün bir ırkı ortadan kaldırma planı antinatalizm denen bir kavrammış. Yani hiç çocuk doğmazsa problemler de hatalar da günahlar da olmaz. Tabii ki çarpık bir düşünce olduğunu biliyoruz. Hatta aklımıza o ayetler gelmiyor mu? Allahu Teala meleklerine yeryüzünde bir halife yaratacağını söylediğinde melekler "Kan dökecek birini mi yaratacaksın Ey Rabbim?" diye soruyorlar. Tabii ki isyan amacıyla değil, merakla... Allahu Teala "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim," buyuruyor. 


Eren'in gözündeki kuşları görüyoruz daha ilk bölümden. İkinci kardeş Eren özgürlüğü simgeliyor başından beri. Ama en nihayetinde özgürlüğün içinde hapsoluyor, onun kölesi oluyor. Tıpkı bu kuşların da onun gözünde hapsolmaları gibi. Eren Saldırı Devi'nin gücüne eriştiğinde geçmiş ve gelecek arasında sıçramalar, gel-gitler yaşıyor, anıları ve geçmişini değiştirme gücüne sahip oluyor ve döngüsel süreçlerde sürekli başa sarıp durduğu için de özgürlük sandığı bu güçlerin içinde sürüklenip duruyor. Sonunda arkadaşlarını kurtarmak uğruna doğru sandığı katliam yöntemine başvurmakta buluyor çareyi. Bu onu Zeke'den bile daha korkunç bir karaktere dönüştürüyor. Ancak bu hikâye katmanlı, mükemmel bir düşüş öyküsünden daha da ötesi... Döngüsel bir yolculuk.


En son sezonun en son bölümünden sonra tekrar bir kovukla karşılaşıyoruz. Devasa bir ağaç kovuğu. Yine mitolojik göndermelerle son nokta, ama aslında Ouroboros gibi bir başlangıç noktası. Yine insan aynı delikten ısırılıyor. Yine dönüp dolaşıp aynı hikâye başa sarıyor, aynı hatalar, aynı savaş... Savaş, yıkım, facia... Habil ve Kabil'den bu yana ikillik her yerde kendisini gösterecek. En çok da insanın içinde. İşte bu karşıtlığı karakterlerin bünyesinde çok iyi toplamış Isayama. Karakterlerin de ayrı ayrı işlendiğini görebiliyoruz. Ama bir kahramanın (Eren) nasıl bir anti-kahramana dönüştüğünü de dehşetle izliyoruz. Bu açıdan rahatsız da oluyoruz aynı zamanda. Isayama rahatsız etmek istiyor bizleri ve bunu başarıyor da. Albert Camus'nun Yabancı'da yaptığı gibi (ya da belki Koku'daki Jean-Baptiste Grenouille gibi ki o aslında bir sosyopattı) gri karakterleri antrasit yapıyor, yeri geliyor kara aynalarla yüzleştiriyor bizi. İnsanlığın kara tarihiyle...

 "Nefret yüklü bir intikam döngüsünü tamamen ortadan kaldırmanın yegane yolu nefret tarihini medeniyet enkazının altına gömmekten geçiyor."


Böyle diyor Eren. Planı başarıyla sonuçlanıyor gibi görünüyor. Ama onun bile yapamayacağı şeyler var. Sonuçta planı uzun süre başarılı ilerliyor ancak döngüsel kelimesinin altını çizmek gerek. Bu replik kendisiyle çelişiyor. Döngüsel. Tekerrür edecek. Ki ediyor da... After Credits'te gördüğümüz savaş sahneleri. (11 Eylül adlı trajikomedi falan.) Sonuçta ne kadar uğraşırsa uğraşsın medeniyet(!) yeniden doğacak ve medeniyetsizce savaşlar yeniden yapılacak. Katliamlar yeniden yapılacak. Kan akıtılacak. Ve Eren de bunun sorumlularından biri olacak. Bitmek bilmeyen bir kan davası. Bitmek bilmeyen döngüsel bir lanet. 



 "Bitmek bilmeyen bir rüya gördüğümü düşünüyorum."


Animenin ilk bölümünde Mikasa Eren'i uykusundan uyandırdığında Eren'in söylediği cümle bu. (Yüzlerce yıl anılara şahitlik eden ağaçlar... Böyle bir ağacın altında uyanış. Ağaçlar, mitolojide başlangıçları simgeliyor demiştim. Bir de Saldırı Devi anılarda da geziniyor demiştim.) Geçmiş, şimdi ve geleceğin tutsağı haline gelen Eren'in bu sahnesi son sezonun son bölümünden sonraki sahneden sonra -belki çok sonra ama yine de sonra- ortaya çıkmış olması muhtemel bir sahne. Bütün hikâyenin başa sardığının ve başka bir döngüsel zamanda bizi karşıladığının bir kanıtı. Rüyaları, aslında o an için hiç hatırlayamadığı rüyaları önceki yaşamlarına dair kalıntılar aslında.


Ve belki de o kovuktan giriş yeni bir Ymir'in doğuşuydu ki bu yüzden Eren yeni bir gerçekliğe uyandı. Mitolojiden esinlenen güçlü, katmanlı bir başka gerçekliğin kollarına atıldı. Geçici olarak geleceğini unutmuş olmanın verdiği safi özgürlükle, kökenini henüz bilmediği devleri öldürmeye adadı kendisini.



Güçlü Karakter Arkaplanları 

Ana hikâyelerin yanında güçlü yan hikayeler de görüyoruz. Bir kere, hikâyeyi bizlere Armin anlatıyor. Gözlemci bakış açısı her zaman ana karakteri daha cazip hale getirir. Daha fazla merak uyandırır. Karakterlerin isim seçimlerinin de sıradan olmaması. Hatta Nazi Almanya'sının da etkileri var. Marley'de yaşayan Eldialıların kol bandı takması bizlere Yahudileri de anımsatıyor. İşte her taşın altından çıktıkları gibi bu taşın altından da çıkıyorlar...

Ama onun dışında her karakterin ayrı gelişim yönleri, hikâyeleri, derinlikleri, arka planları, amaçları olduğu bir gerçek ki hepsi de antagoniste hizmet ediyor. Doğrudan ya da dolaylı olarak. Gri karakterler, aydınlanan karakterler, kötüleşen karakterler... Hepsinin bir yolu var ama bütün yollar sonunda aynı yolda birleşiyor.

Daha değinilmesi gereken pek çok nokta var ve belki sizlerden gelen dönüşler de olabilirse aydınlanırız diye düşünmekteyim. Belki ileride bu yazıyı da güncellerim. Derli toplu anlatmayı da başarabilirsem... Hepsi bildiğimiz şeyler ama yazmam da gerekiyordu. Hajime Isayama nice seneler hakkında konuşulacak bir sanatçı. Böylesine detaylarla dolu bir eser bıraktığın için teşekkürler. 

Shinzou wo sasageyo!

0 Yorumlar

Bir Yorum Yazın

Yorum Gönder

Bir Yorum Yazın

Bir Yorum Yaz (0)

Daha yeni Daha eski